Yazar
Süleyman KAYNAK
Samsun 19 Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Göz Kliniği,, Dr.

Yazar
Nejat AKAR
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağ. ve Hst. Kliniği, Dr.

Yazar
Ankara Tabip Odası Eğitim Bürosu


Metin / Text
  • I. GİRİŞ: Beslenme, insanın varlığını sürdürmesinde yaşamsal önemi olan bir olgudur. Öyle ki, insanın; bedensel, ruhsal ve toplumsal olarak tam bir iyilik halini ifade eden sağlık olgusu da yeterli ve dengeli bir beslenme olmaksızın gerçeklik kazanamaz. Bu nedenle, beslenmeyi, sağlıklı olmanın en önemli ön koşullarından birisi olarak saymak gerekir. Sağlık ve onun ön koşulu olan beslenme olgusu, bireylerin biolojik varlıklarının olabildiğince kusursuz olmasına hizmet eden ve bir anlamda, insanları organik olarak yeniden üretmeyi amaçlayan hizmetlerdir. Ya da bu hizmetlere «emek gücünün» nicel olarak yeniden üretimindeki zorunlu girdilerin başlıcaları gözü ile bakılabilir. Eğitim de, daha önceki kuşakların yarattığı birikime, yani kuşakları hazırlıyorken kullanılan düzenli, bilinçli ve amaçlı bir uygulama sürecidir. Yani eğitim, bir anlamda, bireyi, biolojik yapının ötesinde, sosyal, ekonomik, siyasal ve kültürel düzlemlerde yeniden üretme, onun emek gücüne nitelik katma sürecidir. Bu bildirimizde, insan emeğinin hem nicel, hem de nitel açıdan yeniden üretiminde, sağlık ve onun ön koşulu olan beslenme olgusunun etkilerini, gözden geçireceğiz. II. TOPLUMSAL YAPI VE EMEK GÜCÜNÜN YENİDEN ÜRETİMİ Bir toplumsal yapı, üretimde bulunurken, aynı zamanda üretim koşullarını da yeniden üretmek zorundadır. Çünkü üretimin son koşulu, «üretim koşullarının» yeniden üretimidir. (48). Üretim koşullarının yeniden üretimi derken varolan üretim ilişkilerinin yeniden üretimi ile üretici güçlerin yeniden üretimini aynı bağlam içinde almak gerekir. Gerçekten de, her toplumsal yapının bir egemen üretim tarzından kaynaklandığını göz önünde tutarsak, üretim sürecinin, belirli üretim ilişkilerinin etkisinde, kapsadığı belli üretici güçleri harekete geçirmekte olduğu söylenebilir. Bu bir anlamda, varolan toplumsal yapının, kendi işleyiş biçimindeki sürekliliği sağlıyorken, içerdiği üretim ilişkilerinin teknik ve toplumsal ön koşullarını üretmesi yanısıra, bu koşullara uygun emek gücünü de üretmeyi amaçlaması demektir. O halde, egemen üretim tarzı, kendi gereksindiği emek gücü tipinin nicel ve nitel anlamda yeniden üretimini de biçimleyecektir. Burada konu edindiğimiz yeniden üretim sürecini daha duru bir biçimde belirlemek için, üretim koşullarının yeniden üretimini oluşturan iki öğeyi ayırt etmeyi uygun görmekteyiz. Daha çok üstünde durmak istediğimiz yeniden üretim süreci, varolan üretim ilişkilerine ilişkin olan değil, yalnızca üretici güçlere ilişkin olanıdır. Üretici güçlerin yeniden üretimi, emekçinin kendi beslenme, barınma, giyinme, ulaşım, sağlık ve diğer gereksinimlerini gidererek, her ertesi gün için emek gücü üretebilir hale gelmede gerekli girdilerin tümünü edinmesi ile olur. -Şunu da ekleyelim: üretimi güçlerin yeniden üretimine, emekçilerin gelecek kuşaklarının yaratılması demek olan «çocuk doğurma» olgusu da girmektedir. O halde, üretici güçlerin yeniden üretiminden : a) kendini besleyerek, kendi gereksinimlerini gidererek yaşamaya ve çalışmaya devam edebilmesi, b) çocuk yaparak, emekçi sınıfın gelecek kuşaklarının yeniden üretilmesi anlaşılmalıdır. III. EMEK GÜCÜNÜN ÜRETİMİNDE SÖMÜRÜ ETKENİ: Bireyin bir emek gücü olarak, kendini yeniden üretmeyi denemesi ancak sağlıklı olması ile olanaklıdır Sağlıklı olmak ise belli girdilerin tüketilmesine özdeştir. Bu tüketim olanakları da, toplumsal yapının içerdiği üretim ilişkilerine ve giderek sömürü olgusunun ağırIığına göre nicelik ve nitelik değiştirir. Bu nedenle, bireyin emek gücünün yeniden üretiminde zorunlu girdiler sayılabilecek bu tüketim olanaklarının, sömürü ölçütüne göre incelenmesinde yarar vardır. Bu çözümlemenin sağlıklı olabilmesi için «Emek Gücünün» iyi saptanması gerekir. Emek gücü, bir insanın vücudunda, canlı kişiliğinde var olan ve bu insanın yararlı olgular üretmek için harekete getirmesi gereken fizik ve ansal (zihinsel) yetilerin tümüdür. Ya da bundan kısaca «Çalışma Yeteneği» anlaşılmalıdır. Emekçi, çalışma süresi içinde emek gücü harcar. Bu nedenle, ertesi gün yine çalışabilmesi için emek gücünü yerine koyması, yeniden üretmesi zorunludur. Yani bedensel ve ansal olarak ertesi gün çalışabilecek güce hazırlanmalı, kaslarını sinirlerini tüm dokularını dinlendirip ertesi gün çalışabilecek sağlıklılık düzeyine getirmelidir. İşte buna, emek gücünün yeniden üretimi denilir. Emek gücünün yeniden üretiminin gerçekleşmesi, daha önce de sözünü ettiğimiz gibi, bir dizi tüketimi (besin, barınma, ısınma v.b. hizmetlerden yararlanma) yapması demektir. Emekçi, bu emek gücü girdilerinin tüketimini, elindeki ücret aracılığı ile yapar. Yani ücret emek gücünün karşılığı olarak anamalcı tarafından emekçiye verilmiştir. O halde, emek gücünün değişim değeri ödenirken, onun kullanım değerinden yararlanılır. Bu tüm pazar malları için geçerlidir. Tüm mallar değişim değeri ödenerek alınır ve kullanım değerinden yararlanılır. Ancak emek gücünün yalnızca kendine özgü olan bir yanı vardır. Emek gücünden başka tüm mallar kullanılırken yeni bir değer yaratmadıkları halde, emek gücü kullanılırken «Yeni Değer» yaratmak gibi bir olağanüstülüğe sahiptir. Bunun nedeni, Marx'ın dediği gibi 'zaman' öğesidir. Örneğin emek gücü belli bir sürede bir kundura yapıyorsa, daha hızlı çalışarak aynı sürede üç kundura yapabilir. Bu nedenle, emek gücünün kendi değerinden daha fazla miktarda değer üretebileceği bilinir. Böylece belli bir ücretle edinilen «Emek Gücü Girdileri» ile emekgücü hergün yeniden üretilir. Ancak, emek gücü, kendi girdilerine denk değeri «Gerekli Zaman Süresinde» üretir. Emek gücünün özelliği, kendi tükettiği girdi değerlerini yarattıktan sonra da değer yaratmayı sürdürmesidir. Böylece, 'ek emek süresi' boyunca değer yaratır. Bu ek emek süresinde yaratılan değer ise, doğrudan kar olarak anamalcıya kalmaktadır. Anamalcı üretim biçiminde bu zaman öğesi üzerinde çeşitli oynamalar yapılır. Maç, artı değeri yani karı en yüksek tutmaktır. Bu bir anlamda «Sömürü Oranını» en yükseğe çıkarmak demektir. Sömürü oranı karın ücrete bölümü olduğuna göre bu oranı yükseltmek, ya kar sınırını yükseltmek veya ücretleri düşürmek ile olur, ya da ikisi aynı anda gerçekleşir. Buradaki temel olay, gerekli emek süresini kısaltmakla oluşur. Bu da ya ileri teknoloji ve nitelikli emek gücünü birlikte kullanıp emek gücünün verimini yükseltmekle, ya da ücreti düşürmekle olur. Bu seçenekler, doğrudan doğruya anamalcı sistemin gelişkinlik düzeyine göre yapılmaktadır. Örneğin ileri anamalcı yapıda seçilebilen yöntem emek gücünün «gerekli zamanını» kısaltma uygulaması, ileri teknoloji ve nitelikli emek gücünü birlikte kullanmakla olur. Ayrıca ileri anamalcı olmanın belirleyici yanı da tekelleşme sürecine girme, ya da başka bir deyimle «Büyük İşletmelerde» üretim yapılmasıdır. Bunun önemi «Büyük işletmede, ileri teknoloji ile nitelikli emek gücü yan yana kullanılabilirse, en kısa 'zaman' öğesi üzerinde en yüksek 'emek miktarı'nın billurlaştırılmasındadır. Örneğin Türkiye'de bile, işletme büyüklüğü ile yaratılan değerin yoğunlaşma eğilimi taşıdığı ortaya konabilir. 200'den fazla emekçi çalıştıran bir avuç tekel, 1963'de 278, 1967 yılında da 387 işyeri Türkiye'nin sınai üretiminin 1963'de % 64.2'sine, 1967 yılında ise % 71.5'ine egemen durumdadır. (58). Bunun sonucunda, o denli yoğun emek billurlaştırılmıştır ki, onu üreten emek gücünün 'gerekli zamanı' çok kısalmıştır. Ya da başka deyimle, emekçiye ödenen ücret, günlük çalışma zamanının giderek daha küçük bir bölümünde yaratılan değere özdeş olmaya başlamıştır. Bu ek emek süresinin giderek uzamasına, yani artı-değerin (kar) artmasına yol açar. Sonuçta, sömürü oranı yükselir. Gerçekten de, bir ekonomide anamalcı ilişkiler geliştikçe, sömürme oranı sürekli olarak artar. Çünkü anamalcı ilişkiler geliştikçe, emekçi ücretlerine göre, artı-değer kitlesi hem mutlak, hem de göreceli olarak daha hızlı bir geIişim göstermiştir. (58). Ancak anamalcı yapının ileri aşamalarına ulaşamamış ülkelerde, işletmeler, genellikle küçük çaplı, kullanılan emek gücü niteliksiz ve kullanılan teknoloji ilkeldir. Bu koşullarda seçilebilecek artı-değeri en yüksek düzeye ulaştırma işlemi ancak ücret kısıtlama ile olanaklı hale gelebilecektir. Bu noktada Türkiye özelinde konuyu örneklendirmek yarar sağlayacak kanısındayız. Gerçekten de 1963-67 döneminde beşyüzden fazla işçi çalıştıran işyerlerinin üretim artışında kaydettiği orarı % 101 iken, aynı işyerlerinde emek gücü tüketimi % 32'lik bir artış kaydetmiştir. (58). Aynı şekidle örneğin 1950'de gerekli emek süresi Türkiye'de iki saat ve 53 dakika ve ek emek süresi 5 saat 7 dakikadır. 1968 yılında ise gerekli emek süresi 1 saat 41 dakika, ve ek emek süresi ise 6 saat 19 dakika olmuştur. Bu rakamlar bile, gerçekte, aamalcı yapıda aşama kaydeden Türkiye'de, emekgücü niteliği ve teknolojinin ilerlediğini gösterir. Ancak 1975 verilerinde bile sanayinin kaba yurtiçi ürün içindeki payının % 23.6 olduğu biliniyor. (Tarım kesimİ % 24.8 ve hizmet kesimi % 51.6'dır. Bu nedenle % 23.6'lık kaba yurt içi üretim yaratabilen sanayinin niteliği ne olursa olsun, Türkiye'nin sanayileşmiş bir ülke olduğu, ya da anamalcı yapı olarak ileri aşamalara varmış bir ülke olduğu söylenemez. Kaldı ki, sanayinin belli bir bölümü küçük işletme, niteliksiz emek, ilkel teknoloji bağlamında oluşur. Gerçekten de 1963-68 döneminde artı-değer kitlesi % 255'lik artış gösterirken, ücret artışı ancak % 58 olabilmiştir. (58). Bu konuda yıllar boyu asgarı ücret artışları ile gerekli ücret arasında bir kıyaslama yapmaya olanak sağlayan tablo 9, bu bakımdan anlamlıdır. Kaldı ki, ücretin kısıtlı tutulabilmesi, hem yedek sanayi ordusunun genişliği, hem de gerekli emek gücünün çoklukla niteliksiz olması ile kolaylaşmıştır. O halde, Türkiye'de dış denetimle, dış sömürüye hizmet edecek şekilde oluşturulan anamalcı üretim yapısında gerekli olan emek gücü belli bir tipe sığdırılmıştır: a) düşük ücretle çalışan ve yedek sanayi ordusundaki birimler ile kolay yer değiştiren b) nitelikli olmayan ve anamal birikimini engelleyebilecek 'emek gücü girdilerini' kendi kendine karşılayabilen. Bu özelliklerden, ikincisi konumuzla daha çok ilgilidir. Burada, daha önce de belirttiğimiz gibi emek girdilerini kendisinin oluşturması, emekçi için, önemli bir olgudur. Başta konut, sağlık, ulaşım, beslenme v.b. diğer emek girdilerinin tümünü, düzen, emek sahibinin sırtına yüklemiş, onun sorumluluğuna vermiştir. Gerçekten de, anamalcı üretim ilişkilerinde emek gücünün yeniden üretimi için zorunlu olan tüketim öğelerinin büyük bölümü, emek sahibi bireye verilen ücret ile sınırlanır. Yani birey, sattığı emek gücü karşlılığında edindiği ücreti, yeniden emek gücü üretebilir düzeye gelebilecek şekilde zorunlu sağlık giderlerine harcamak zorundadır. Beslenme düzeyi, barınma koşulları, ısınma, ulaşım, sağlık hizmetleri ve benzeri olanaklardan yararlanma girdileri, ücret aracılığı ile satın alınabilmektedir. Doğal olarak da, bu girdilerin nitelik ve nicelik açısından değeri de bireyin edindiği ücretin alım gücü ile orantılı olacaktır. Bu nedenle şekil. 1'de görüldüğü biçimde bir ilişkiler zinciri oluşur. Bu zincirde emek gücü-ücret ilişkisindeki sömürü olgusunun ağırlığı, bireyin sağlık girdilerini, dolayısıyla bireyin günlük yaşam koşullarını belirleyecektir. Örneğin, emek gücünü ucuza satarak yoğun bir sömürüye uğrayan emekçi, eline geçen ücretle ancak sağlıksız bir gecekonduda, ucuz ve niteliksiz besinlerle beslenerek ve her an sağlık sakıncalarını içeren diğer ortam koşulları ile içiçe yaşamak zorundadır. Çünkü sistem, bireyin emek üretebilmesindeki gereksinimini karşılamak konusunda, dolaylı olarak ücret aracını kullanmaktadır. Yoksa doğrudan, örneğin konut yapımı, besin üretim-dağıtım örgütlenmesi, sağIık hizmetlerinin örgütlenmesi v.b. ödevleri kendisi doğrudan üstlenmez. Bu tür hizmetlerin tümü anamalcı çizgi çerçevesinde oluşan özel sektörcü yapılar ile üretilir. Eğer emekçi, bu hizmetlerden edinmek istiyorsa, eline tutuşturulan ücreti araç olarak kullanmak zorundadır. Hiç kuşkusuz, bu ilişkiler bağlamı ne emekçinin kendi emek gücünü yeniden üretmesini; de çocuklarının gerektiği ölçüde bakım, beslenme ve benzeri olanakları sağlayacak gelecekteki emek birikiminin nicel olarak yeterince yaratılmasını sağlayabilir. Başka bir deyişle geri anamalcı yapılarda bireyin emek gücü girdileri konusunda yapılacak yatırımlara 'ölü yatırım' gözüyle bakılır. Bu konuda bir iş adamının sözleri oldukça ilginçtir, ve belirleyicidir : 'Türkiye ekonomisi tabitın verdiği bir lütufla beşyüzbin işçimizin beşyüzmilyon dolarının transferi ile bir mükafata uğramış, ama ekonomi değerlendirmesinde bir sıçrama, gelişme, ilerleme kaydedilmemiştir. 50 milyarlık bir bütçe yapmışız ve 26 milyarını cari harcamalara, maaşı artanlara ve benzerlerine veriyoruz. Yani % 55'ini galiba ...' (58). Gerçekten de, beş yıllık planların özünde sağlık, şehircilik, eğitim, toplumsal adalet ve benzeri hizmetler sanayileşmeye feda edilmiştir. (49). Kaldı ki, daha önce de değindiğimiz gibi, sanayinin gereksindiği emek gücü tipi nitelikli emek gücü olmadığından, eğitim o denli önemli değildir. Nicel açıdan ise, yedek sanayi orduları hazırda beklemektedir. Emek gücünün nicel olarak yeniden üretiminde, özel amaçlı yatırımlara gerek olmayacağı açıktır. Konuya emek gücünün hangi beceri düzeyi ile kullanıldığı açısından yaklaşılırsa benzer sonuçlar elde edilir. Gerçekten de, emek gücüne, emek gücü olarak yeniden üretilmesinde gereken 'yeniden üretimin maddi koşullarını' sağlamak yeterli değildir. Kullanılabilir emek gücünün 'bilgili' yani karmaşıık üretim süreci sisteminde işe konulabiıecek yeterlikte olması gerekir. O halde, emeğin yeniden üretiminin tam koşullarını sağlamak demek, başta sağlık ve beslenme olmak üzere, emek gücünün biolojik düzlemde (NİCELİĞİNİN) üretimini sağlayacak öğelerin tamamlanmasının yanı sıra, emek güsünün sosyal, kültürel, siyasal ve ekonomik düzlemde de (NİTELİĞİNİ) yeniden üretiminin sağlanması, eğitim öğelerinin de tamamlanması demektir. Emeğin niteliğinin yeniden üretimi, anamalcı sistemde, köleci ve serfçi toplumsal yapılardan farklı olarak emek gücünün 'yerinde' (üretim içinde eğitim) değil, fakat gitgide daha çok üretim dışında sağlanmaya çalışılıyor. Bu üretim dışı alanlarda anamalcı eğitim sistemi kurum ya da kerteleridir. Bütün bu nedenlerle emek gücünün nicel ve nitel ölçekte yeniden üretimi sürecinde, ekonomik altyapının bu yeniden üretime olan belirleyici etkisi yadsınamaz. Hiç kuşkusuz burada düzenin, hangi amaca yönelik olduğu ve bu amacını gerçekleştiriyorken kullandığı yöntemler önemlidir. Böylece düzen, altyapısal özellikleri nedeni ile gereksindiği insan tipini de sağlık, eğitim ve benzeri hizmetlerle biçimleyip, yaratmayı deneyecektir. O halde bireyi biolojik bir varlık olarak üretmenin ön koşulu olan sağlık ve onun temel gereği olan beslenmeyle insanı sosyal, ekonomik ve siyasal açıdan da daha önceki kuşakların birikimine, hem de düzenin altyapısal özelliklerine uygun olarak biçimleme süreci olan eğitim, düzenin sömürüye dayanıp dayanmadığına, ya da ne ölçüde dayandığına göre nicelik ve nitelik değiştirmektedir. Böylece, sömürü olgusunun biçimlediği, emek gücünü üreten bireyler, örneğin yalnızca beslenme konusundaki kısıtlamalar yüzünden insanca yaşam konusunda pek önemli yitiklere uğrayagelmektedirler. IV. BESLENME OLGUSUNUN BEDENSEL VE ANSAL (ZİHİNSEL) SAĞLIK ÜZERİNE ETKİSİ VE EMEK GÜCÜNÜN YENİDEN ÜRETİMİNDEKİ YERİ : Emek gücünün yeniden üretiminin sağlanmasında, yani bedensel sağlığa sahip bireylerin yetiştirilmesinde, beslenmenin önemli bir yeri vardır. Tersine beslenme olgusu, kitlelere yetersiz biçimde ulaştırıIırsa, bedensel anlamda bile sağlıklı olmanın olanaksız olacağı hir gerçektir. Beslenme, yalnızca emek gücünün nicelik açısından değil, aynı zamanda nitelik açısından da sağlıklı olabilmesinin ön koşulu durumundadır. Gerçekten de, bireye verilecek olan eğitimin niteliği bir yana, bireyin bu eğitim olgusuna ansal sağlık açısından hazır olup olmaması da, beslenme olgusunun bu konudaki etkisini düşündürtmektedir. Daha önce de vurguladığımız gibi emek gücünün yeniden üretiminde onun nicel ve nitel olarak yeniden üretilmekte olduğunu belirtmek gerekir. Emek gücü harcanırken, malda billurlaştırılan emek, iki karakterlidir. Bunun iki karakterinden biri malın değişim değerini yaratan soyut karakteridir. Bir de malın kullanım değerini yaratmaıkta olan somut karakteri vardır. Emek gücü bir kas-sinir-doku gücü (fiziksel-bedensel güç olarak) malın değişim değerini yaratmakta yani soyut emek üretmektedir. Buna emek gücünün niceliğı özü ile bakılabilir. Bir de emek gücü aynı anda malın kullanım değerini yaratmakta, ya da başka bir deyişle somut emek üretmektedir. Buna da emek gücünün niteliği gözü ile bakılabilir. Zira, bu sonuncusu, emekçinin emek gücünü hangi beceri düzeyi ile kullandığını yani onun emek gücünün eğitim düzeyini anlatır. O halde, emek gücünün niteliği deyince, onu sarf ederken, emekçinin harcadığı ansal emeği ve bilgi-beceri birikimi anlaşılmalıdır. Bu birikim, eğitimde oluşturulabildiğine göre emek gücünün niteliği eğıitim düzeyi ile oranlıdır. Ancak biz burada eğitim biçimi ya da veriliş biçimi üzerinde durmak yerine, emekçinin verilen eğitime ansal yeterlik açısından ne ölçüde hazırlandığını, bir doku olarak beyin gelişiminin verilen eğitime ne ölçüde zemin olabileceği konusunu ele alıp irdelemeyi düşündük. Beslenme, sağlıklı olmanın ön koşullarından birisi olduğuna göre, biolojik varlığın normal gelişmesi ve işlevlerini yerine getirebilmesi için, besinlerin organizmaya yeterli; dengeli ve nitelikli olarak alınması gerekmektedir. Beslenme kavramından söz ediyorken, bir yandan hücre ve dokuları oluşturacak yapı taşlarının karşılanması, bir yandan da normal yaşamın sürdürülmesi için organizmaya gereken enerjinin karşılanmasını sağlayacak besinlerin alınmasını kastediyoruz. Çünkü bu düzenlemenin yapılmaması, organizmada, beslenme bozuklukları ve olası sonuçları diye özetlenebilecek, istenmeyen bir çok sağlıksızlık göstergelerinin ortaya çıkmasına neden olur. Beslenme yetersizlikleri, kimi kalori eksikliği, kimi protein eksikliği, kimi zaman da her kisinin birlikte olması ile karşımıza çıkmaktadırlar. Beslenme yetersizlikleri, insan organizmasında hemen her yaşta ortaya çıkabilir, ama en belirgin olarak görüldüğü dönemler, bebeklik ve okul dönemi öncesi çocukluk çağlarıdır. İyi beslenememenin veya beslenme bozukluklarının gelişimin en hızlı olduğu bu çağlarda, en geniş ve yıkıcı etkiyi yaratması kaçınılmazdır. Bebeklikten itibaren iyi beslenmemiş, veya beslenme bozukluklarına yakalanmış çocuklarda ileri yaşlarda boy kısalığı, kafa çevrelerinin küçük olması gibi durumlar ortaya çıkmaktadır. Bunlar çocukluk döneminde geçirdikleri beslenme bozukluğunun izlerini yaşamları boyunca taşımaktadırlar. Hem emekçinin, ailesinin emek gücü girdilerine yapabildiği yatırım konusunda, hem de gelecek emekçi kuşakların bedensel ve ansal girdilerine yapabildiği yatırım konusunda, sağlam kanıtlar aranırken, toplumun genç kesimlerinin beslenme ve sağlık alanındaki durumunu saptamak önemli bir veri kaynağı olarak değerlendirilebilir. Beslenme bozukluğunun göstergesi olarak kabul edilen ölçütlerden birisi çocukların ağırlıklarının incelenmesidir. Gerçekten de, çocuğun ait olduğu sosyo-ekonomik katmanlarla, ağırlık gelişimi arasında istatistiksel anlaımlılık vardır. Örneğin, Bakwin ve McLaughlin, A.B.D.'de özel okula giden öğrenciler ile, halk okullarına giden öğrencilerin ölçümlerini 1930 ve 1958 yıllarında karşılaştırmışlardır. Bu karşılaştırıma tablo. 1 'de geniş olarak gösterilmiştir. Her iki dönemde de yüksek gelire sahip olan özel okul öğrencilerinin, bu iki dönem arasındaki ölçümleri herhangi bir farıklılık göstermemiştlr. Oysa 1930 ile 1951 yılları arasındaki A.B.D.'ninorta ve alt sınıflarındaki refahın yükselmesi, halk olkullarında okuyan çocukların ölçümlerine yansımıştır. Zaten her iki grup karşılaştırıldığında aralarında belirgin bir farklılık bulunduğu anlaşılımaktadır. (3). Türkiye'de çeşitli yaş gruplarındaki ölçümlerin, standartlar dikkate alındığında dağılımını tablo. 2 ve tablo. 3'de görmekteyiz. (26). Buradan beslenme bozukluğuna uğramış çocukların, normal yaşıtlarına kıyasla, daha düşük ölçümlere sahip olduklarına veriler getirilebilir. 3, 5, 11, 16, 26, 30, 38, 39, 42). Bu ölçümlerin düşük olması ile sosyo-ekonomik katmanlar arasında bir ilişki olabileceği elde edilen veriler ile düşünülmektedir. (3, 26, 42). Yeterli ve dengeli beslenen normal çocuklarda, infeksion hastaIıklarına yakalanma oranı düştüğü gibi, hastalıkların böylesi organişmalarda daha hafif seyrettiği bilinen bir gerçektir. Örneğin kızamık, böylesi organizmalarda ölümcül bir nitelik taşımaz. Oysa yurdumuzda kızamık salgınından ölümler hala büyük sorun durumundadır. Genel olarak beslenmelerıindeki yetersizlik, çocukların, hastalıklara dirençsizleşmesine ve ölümlerine yol açabilen bir eksikliktir. Tablo. 4 bunu açıklıkla göstermektedir. Çocukların bedensel sağlığında beslenememenin olumsuz etkilerinden söz ediyorken, bu etkilerin rahim-içi yaşamdan itibaren başIamakta olduğunu da belirtmek gerekir. Gerçekte, insanlarda deneysel olarak rahim-içi beslenme bozukluklarını tek başına oluşturabilmek olanaksızdır. Ama savaşlar, insanları kötü koşullara ittiği oranda, onların bu konuda o denli iyi (!) bir denek olmalarına yol açabilmektedir. Gerçekten de, Antonov, 1941 Ağustosu ile 1943 Ocağı arasındaki Leningrad kuşatmasının en yıkıcı dönemi olan Eylül. 1941 ile Şubat. 1942 arasında bazı veriler elde edebilmiştir. Bu dönem, şiddetli kış ve besinlerdeki nicelik ve nitelik eksikliği nedeni ile beslenmenin en bozuk olduğu dönemdir. (2). Öyle ki bu dönemde başlıca besin ekmektir. Kol işçilerine ortalama 300 gram ekmek düşerken, düşün emekçilerine 200 gram ekmek dağıtılmaktadır. (2). Bu dönemi rahimde geçiren bebeklerdeki bulgular ise şöyle sıralanabilir: 1. prematüre oranı yüksektir. 2. yeni doğan döneminde ölüm oranı yüksektir. 3. canlı doğum oranı düşüktür. 4. düşük doğum ağırlıklı bebek oranı yüksektir. Yaşayabilen bebeklerde ise emme gücünün zayıf, kemiksel eksikliklerin yüksek oranda olduğu, ısılarını koruyamadıkları ve hastaIık hallerine sıklıkla yakalandıkları saptanmıştır. (2). Bu bulgulara denk düşen bulgular, Holanda'da Smith ve arkadaşları tarafından Eylül-1944 ile Mayıs-1945 dönemindeki, Nazilerin Rotterdam'ı işgalleri sırasında elde edilmiştir. (40). Tablo. 5'de bu evrede beslenememeden ötürü her yaşta ölenlerin dökümü; tablo. 6'da hamilelere verilen günlük kalori ve tablo. 7'de de Rotterdam'daki doğumların yıllara göre dağılımı izlenmektedir. Burada iki önemli nokta, bu dönemi ana rahminde geçiren bebeklenin, yukarıda sıralanan bulgulara denk düşen özellikler göstermiş olmasıdır. Bu bulgular özellikle Haziran-1945'de belirginleşmektedir. Ayrıca anaya verilebilen kalori miktarının en düşük olduğu Ocak-Nisan/1945 dönemi hamileliklerinde, en düşük doğum düzeyine varılmıştır. Zira bu doğumlar aynı yılın ekim, kasım ve aralık aylarında olmaktadır ve bu aylar doğum oranının en düşük olduğu dönemdir. (Tablo. 5 ve Tablo. 6). Sharin ve arkadaşları birinci paylaşım savaşı öncesi ve sonrası doğanların ağırlık yönünden bir fark bulunduğunu ve bu farkın savaş öncesi doğanlar lehine olduğunu göstermiştir. (Antonov'dan atfen '2'). Benzer şekilde Gruenwald ve arkadaşları, savaş sonrası ve savaşı izleyen onbirinci yılda doğan çocukların doğum ağırlıklarını ve altı yaşına geldiklerinde de ağırlık ve boylarını karşılaştırmışlardır. (22). Tablo. 8'de bu karşılaştırma görülmektedir. Tablodan da izlendiği gibi, boy ve kilo ölçütlerine göre yapılan ölçümlerde, doğum yılları itibarı ile aralarında 11 yıl bulunan iki grup çocuğun hem doğum ölçülerinde, hem de altıncı yaş ölçülerinde farklılaşma vardır. Bu farklılaşma savaştan 12 yıl sonra doğan ikinci grup çocuklar yararınadır. (22). Bunu ortaya çıkaran etmenlerin başında ise, sağlık girdilerine ve özellikle beslenme girdilerine yapılabilen yatırımı fazlalığı, yani bir anlamda iki dönem arasındaki sosyo-ekonomik gelişim farklılığı gelmektedir. Bütün bu araştırmalar, bir yandan sosyal ve ekonomik yıkıntının insanlann dirimsel varlığını nasıl derinlemesine etkilediğini gösterirken, bir yandan da savaş olgusunun insan varlığını ne denli ezip yok edici bir sefalet kaynağı olduğunu vurgulamaktadır. Bu araştırmalardan söz açmamızın nedeni, benzer sosyal ve ekonomik çöküntünün, sanki savaştaymışçasma yaşandığı kimi toplumların olağan barış dönemlerindeki durumu konusunda bir düşünce verebilmek içindir. Gerçekten de, geri kalmış ve sömürülmekte olan ülkelerin insanları ile gelişmiş ülkelerin arasındaki ayrım tablo. 10, tablo. 11 ve tablo. 12'de belirgin olarak görülmektedir. Türkiye özelinde tablo. 13 gelir dağlılımını saptaması açısından önemlidir. Çünkü, sermayeyi kişilerde biriktirme tutkusu küçük bir azınlığın çıkarına, çoğunluğu zararına bir gelir dağılımı yaratmıştır. Bu noktada Etyopya ve Türkiye gelir dağılımının incelenmesi anlam kazanmaktadır. Gelişmiş ve geri kalmış ülkeler arasında öylesine derin farıklılaşmalar bulunmaktadır ki, geri kalmış ülkelerdeki çocukların yüzde beş ile onunun bir yıl sürecinde beslenememe belirtisi göstermesi beklenmelidir, görüşünde olan araştırıcılar bulunmaktadır. (16). O halde şu söylenebilir: «Batı ülkelerinin korkunç savaş dönemlerinde yaşadıkları sosyo-ekonomik çöküntü ve sonuçları, bu çöküntüyü olağan bir yaşama süreci olarak yaşamakta olan kimi geri kalmış ülkeleri (özellikle sömürülen sınıfları başta olmak üzere) halkları için de geçerlidir. Bu nedenle, savaş dönemlerinde edinilmiş bu bulgular, bu halkların olağan yaşamları konusunda aydınlatıcı ipuçları vermesi açısından önemlidir. Bu görüşü destekler nitelikteki araştırmalardan bir tanesi de Venkatachalam'a aittir. (43). Araştırmacı, çalışmasında, yeni doğanları doğum ağırlıkları yönünden düşük ve yüksek sosyo-ekonomik düzeyli ailelerde incelemiş ve sosyo-ekonomik düzeyi yüksek olan ailelerin yeni doğanlarının doğum ağırlıklarını 3055. gr. olarak saptarken; düşük sosyoekonomik düzeyi olan ailelerin yeni doğanlarının doğum ağırlıklarını 2778 gr. olarak saptamıştır. Aradaki fark, istatistik açıdan anlamlıdır. Bu arada düşük sosyo-ekonomik düzeyli ailelerde immatür (gelişmemiş) doğum oranı % 29.3 iken, yüksek sosyo-ekonomik düzeyi olan ailelerde bu oran % 13.3 olarak saptanmıştır. (43). Bir başka araştırıcı ise rahim içi yaşamın son 17 ve 7. haftalarında ağırlık kazanma bakımından batılı bebeklerle, Hindistanlı bebekleri kıyaslamıştır. (34). Batılı bebekler, son 17 harfada 2705 gr. alırlarken, Hindistanlı bebekler 1700 gr. alabilmektedirler. Son yedi haftada ise batılı bebekler 1433 gr. alırlarken, Hindistanları bebekler aynı dönemde 400 gr. alabilmektedirler. (34). Beyin ağırlıkları ve kafa çevreleri ölçüt olarak alındığında da benzer bulgular elde edilmiştir. Bulguları daha sağlıklı değerlendirmek için, toplumların genetik özellikleri arasındaki farklılığı da düşünsek bile, bu etmen anlamlı bir değişikliğe neden olmamaktadır. Örneğin Naeye, yaptığı iki araştırmada A.B.D. toplumunda salt sosyo-ekonomik farklılaşmayı göz önünde tutarak benzer bulgular elde etmiştir. (31, 32). 1969'da New York'da ölü doğanlara ve yenidoğan döneminde ölenlere 252 otopsi yapmıştır. Bunlar rahim-içi hastalıklar ekarte edildikten sonra işleme alınmışlardır. Ölü doğum oranı yoksul ailelerde % 37 olarak saptanırken, varsıl aileierde bu oran % 27 olarak saptanmıştır. Beyin ağırlıkları açısından da benzer farklılaşmalar gösterilmiştir. Daha da ötesi, yoksul ailelerin yeni doğanlarının timus, dalak ve böbrek üstü bezlerinin varsıl ailelerin yeni doğanları ile karşılaştırılmayacak kadar küçük olduğu görülmüştür. Ayrıca yoksul ailelerde total gebelik sayısı ortalama 3.93 iken, varsıl ailelerde bu oran 2.65 olarak hesaplanmıştır. Bu sonuç, istatistik ilişki açısından önemlidir. Çünkü artan aile hacmi ile relatif doğum ağırlıkları arasında ters oranlı bir ilişki vardır. Yani aile hacmi büyüdükçe, doğan çocukların doğum ağırlıkları giderek azalmaktadır. Soruna bir de gelecek kuşaklar açısından bakmakta ve söze de sıçanlarda yapılan çalışmalarla başlamakta yarar var sanıyoruz. Çünkü sıçan ve insanın azot dengesi çok benzerdir. (37). Chandran, proteinden eksik dietle beslemek suretiyle sıçanlarda üç nesil elde etmiştir. Ve her nesilde doğumların sayısının giderek azaldığını, ölenIerin sayısının arttığını saptamıştır. (10). Cowley, düşuk proteinli dietle beslenen sıçanlarda elde ettiği ikinci nesilde, kontrollarla kıyaslandığında, ortalama doğum sayısı kontrol edilen grupta % 10.5 iken, düşk proteinli dietle beslenen kuşakta % 7.4 olarak bulmuş, ayrıca ölüm oranı da sırasıyla % 2.4 ve % 20.2 olarak saptanmıştır. (15). Steawart, 'Savaş sırasında İngiltere'de uygulanan besin kısıtlamasının sonucu, savaş sırasında ölü doğum oranlarında bir yükselme olduğunu, benzer yükselişin 1960'larda da oluştuğunu saptamıştır. 1960'larda oluşan ölü doğum oranındaki artışın olasılıkla, savaş döneminin sağlıksız bebeklerine bağlı olacağı ileri sürülmüştür. (41). Çünkü savaş dönemi çocukları, bu yıllarda dölleyici etkinlik göstermeğe başlamışlardır. Bu sonuç, «Açlığın doğum olayına ve yeni doğanlara etkisi, daha ileri kuşakları da içine alacak boyutta mıdır?» sorusunu kaçınılmaz olarak usa getirmektedir. Hiç kuşkusuz, yetersiz beslenme olayı bebeğe sözü edilen bulgularla yansırken, bu etkiler, onu rahminde taşıyan, ya da doğum sonrasında ona bakan, besleyen anne aracılığı ile olmaktadır. Açlığın anneye doğrudan etkileri menstruasyonun (adetlerin) kesilmesi ve kısırlaşmaya dek uzanırken, çocuğa etki açısından örneğin anne sütünde belirgin değişiklikler görülmektedir. Gerçekten de, Antonov'un çalışmasına göre yetersiz beslenen annenin sütünün kalitesi düşmekte, emzirme süresi kısıtlanmaktadır. (2). Gebe annenin beslenmesi, gebeliğin seyrini etkileyecek en önemli etmenlerden birisidir. Rahim içi dokulann büyümesi ve diğer metabolik değişiklikler, kadında, bazı değişiklikler oluşturur. Bu değişimlerin sonucunda ise annenin besin gereksinimi artmaktadır. Venkatachalam, Hindistan'da yaptığı araştırmada sosyal ve ekonomik açıdan birbirine benzeyen ve tüm Hindistan için örnek olabilecek bölgeleri araştırmasının kapsamına almıştır. (43). Bu araştırma kapsamına alınan ailelerin tümünde beslenme yetersizlikleri olduğu ortaya konmuştur. Bu gebelerin aldığı kalori miktarı ortalama 1408 kal. ve protein de 38 gr. olarak saptanmıştır. Yani bu anneler, gebelik halinde bile, normal bir insanın gereksindiği miktarların altında beslenmektedir. (Günlük kalori gereksinimi yetmiş kiloluk bir erişkin için saat başına 239 kal. olarak saptanmıştır. Gebelik halinde total kalori gereksinmesinin üzerine 200 kal ve süt verme halinde bu miktar günde 1000 kal. eklemek suretiyle günlük kalori hesaplanabilir. (52). Bu arada, bazı yerel geleneklerin, alışkanlıkların ve eğitim eksikliğinin bu beslenme yetersizliğinde temel etmenler arasında olduğu da vurgulanmalıdır. Gerçekte, anneler, -ayrıcalıklar olmakla beraber- çoğunlukla gebelik sırasında besin gereksiniminin artmakta olduğunu bilmemektedirler. Bütün bunların ortaya koyduğu gerçek, bir yandan sosyo-ekonomik yetersizlikler, bir yandan da eğitim-bilgi yetersizliği nedeniyle, ne yeni emek gücünü yaratmayı üstlenmiş aileler, ne de geleceğe yatırım olarak yarattıkları nesiller yeterince beslenebilmektedirler. Bunun sonucu da, yem yaşanan zaman kesitindeki emek gücünün yeniden üretiminde, hem de gelecek dönemlere yönelik yeniden emek gücü üretiminde yetersizliğin doğması olmaktadır. Bu yetersizlik, şu ana dek sözü edildiği gibi, salt bedensel düzlemde değil, aynı zamanda ansal düzlemde de belirgin değişikliklere neden olımakta, bu da emek gücünün nicelik olarak yeniden üretiminin kısıtlanması ötesinde, nitelik olarak da yeniden üretiminde de aksaklıklara yol açmaktadır. İlk anda, beyin dokusunda, organizmanın belli ödevlerini üstlenmiş bir bölümü olarak ve beslenme yetersizliğinin yol açtığı aksaklıkların beyin dokusunda da, belli oranda yansıdığını kabul edebiliriz. Ancak, beyin dokusunun, insan yaşamındaki işlevsel payı düşünüldüğünde, bu konunun derinlik taşıdığı anlaşılır. Çünkü bireyin daha önceki kuşakların yarattığı birikimi edinme, algılama ve bunun üzerine yeni aşamalar katma işlevinde beyin dokusunun ödevi büyüktür. Ansal etkinliklere zemin olan bu dokudaki eksikliklerin oluşma nedenlerinden başlıcaları, beslenme yetersizliği ve sağlıksız yaşam koşullarıdır. O halde, giderek, belli toplumlar ya da toplum kesimIeri arasındaki sosyo-ekonomik farklılaşmalar ile ansal etkinlik standartları arasında bir takım ilişkiler kurulabileceği anlaşılır. Gerçekten de, beyin dokusunun gelişim sürecindeki aksaklıklar ile hem beslenme yetersizlikleri ve sağlıksız koşullar arasında bir takıım bağıntılar kurulmaya çalışılırken; hem de ansal etkinlikler ve bellek-zeka ve diğer olgular arasındaki bağıntılar kurulmaya çalışılırken; he

Tablo Başlıkları / Table Heads

  • ŞEKİL - 1 TABLO - 1 1930 ve 1958’de A.B.D. halk okullarında ve özel okullarda okuyan çocukların boy ve ağırlık yönünden karşılaştırılması (Bakwin ve McLaughin, 1964) TABLO - 2 0-60 aylık çocukların Türkiye’de ağırlık yönünden değerlendirilmesi (% olarak) (Köksal, 1974) TABLO - 3 Türkiye’de 12-17 yaş erkek ve kız gruplarındaki gençlerin ağırlık ölçülerinin ortalama ve standartlara göre değerlendirilmesi (% olarak) (Köksal, 1974) TABLO - 4 Çeşitli Yaş Gruplarında En Önemli 5 Ölüm Nedeni (H.Ü.T.F. Toplum Hekimliği Bölümü Etimesgut Sağlık Bölgesinin 1973-75 Yılları Çalışma Raporu. 1977) TABLO - 5 1944 yılında Holanda’da Beslenememeden dolayı ölenler (Smith, 1947). TABLO - 6 Rotterdam Kentinde Hamilelere verilen günlük kalori miktarı (Smith, 1947) TABLO - 7 Rotterdam Kentinde yıllara göre doğumların aylara dağılımı (Smith, 1947). TABLO - 8 1945-46 ve 1958-58 yıllarında doğmuş çocukların ortalama doğum ağırlıkları ile altı yaşına geldiklerinde boy ve kiloları (Gruenwald, 1967) TABLO - 9 Türkiye’de asgari ücret uygulaması TABLO - 10 Neonatal ve doğum sonrası ölümler (1000 canlı doğumda) (Steawart, 1968) TABLO - 11 Doğum Ağırlığı, Kafa çevresi ve doğum boyu açısından İsveç’li ve Habeşistan’lı bebeklerin kıyaslanması (Medhin, 1978) TABLO - 12 Etyopyalı bebeklerin aile gelirine göre doğum ağırlıkları (1978) (Medhin-Gebre-1970) TABLO - 13 Türkiye’de ailelerin toplam gelirden aldıkları paylar. 1963 (Boratav, 1963) TABLO - 14 Tüm bölgelerde yerleşim yerlerine göre hayvansal protein tüketimi (% olarak) (gr./T.Ü./gün) (Köksal, 1974)

Kaynaklar / References

  • 1 - Abal, G . : Çocuk Beslenmesinde Sosyal Yardım ve Eğitimin Yeri, İstanbul Çocuk Kliniği, 1976: 63. 2 - Antonov. A. N. : Children Born During The Siege of Leningrad in 1942 J. Pediatr. 30:230, 1947. 3 - Bakwin, H. and McLaughlin, S. M. : Secular Increase in Height. Lancet, 1964: ii-1195. 4 - Benton, J. W., Hugo, M. W., Dodge, P. R., Carr, S.: Modification of the Schedule of Myelination in the Rat by Early Nutritiolal Deprivation, Pediatries: 47:3:491, 1966. 5 - Berglund, G. and Rabo, E.: A long term follaw up investigation of patients with hypertrophis pyloric-stenosis with special reference to the physical and mental development. Acta Pediatr. Scand. 62:125, 1973. 6 - Beutler, E.: Iron enzymes in iron deficiency, Am. J. Med. Sci. 234:517, 1957. 7 - Brazelton, B. T., Tronick, E., Aechtig, A., Lasky, E. R., Klein, R. E.: The Behavior of Nutritionally Deprived Guatemala Infants Develop. Med. Child. Naurol. 1977, 19:364-372. 8 - Caddell, J. L.: Magnesium in protein-calorie malnutrition. J. Peditr. 66 392, 1965. 9 - Champakan, S., Srikantis, S. G., Gopalan, C.: Kwashiorkor and mental development, Amer. J. Clin. Nutr., 1968:21:844. 10 - Chadran, C.: Ind. J. Med. Res. 47, 439. 11 - Chase, H. P., Martin, H. P.: Undernutrition and chiId development. New .Eng. J. Med. : 1968:282:17. 12 - Chase, H. P., Dabiere, C. S., Welsh, N., O’Brien, D.: Intrauterin Undernutrition and brain development, Pediatrics : 1971:47:401. 13 - Cordano, A., Baertl, J. M., Graham, G. G.: Copper deficiency in infancy, Pediatrics: 1964 :39 :324. 14 - Coursin, D. B.: Nutrition and brain development, Modern Nutrition and disease, 1969. 15 - Cowley, J. J. and Grisiel, R. D.: The development of second generation low protein rat.s The journal of genetic Psychology, 1963:103:223. 16 - Cravioto, L. E., De Licardie, R, Birch, G. H.: Nurition, Growth and Neurointegrative development, Pediatrics: 1966: 38: 319. 17 -Deanin, G. G., Gordon, M. V.: Mitochondria and lysosymes: XXIX A proposal on protein Nutrition of the synapse, Malnutrition Learning and behavior, 1968. 18 - Ege, B. ve Girgin, N.: Malnutrisyon gösteren süt çocuklarında adale, serum ve idrarda magnesium miktarının tetkiki. A.Ü.T.F. Mec. XXIV:583, 1971. 19 - Gökalp, H.: Beyin Atrofisinde bakrın rolü. A.Ü.T.F. Mecm. XXVI:supp. 76, 1973. 20 - Gözdaşoğlu, S.: Adolesan döneminde İz «Trace» Elementler (Demir-Çinko-Bakır-Magnesium) A.Ü.T.F. Mecm. XXVIII, supp. 95, 1975. 21 - Graham, G. G., Cordano, A.: Copper dopletion and deficiency in the malnourished infant, John Hopkins Med. J. 1969:124:139. 22 - Gruenwald, P.: Influence of environmental factors of foetal growth in man. Lancet, 1:1026, 1967. 23 - Gurowitz, E. M. The molecular basis of Memory. 1969. 24 - Gürson, C. T., Saner, G.: Effect of chromium on glucose utilization inmarasmic protein-calori malnutrition. Am. J. Clin. Nutr., 24:1313, 1971. 25 - Gürson, C. T., Saner, G.: Effects of chromium supplementation on growth in marasmic protein-calorie malnutrition. Am. J. Clin. Nutr., 26:988, 1973. 26 - Köksal, O.: Türkiye’de beslenme ve gıda araştırması, 1974, Unicef yayını. 27 - Lechtig, A., Delgado, H., Lasky, R. Yarbrough, C., Klein, R., Habicht, J., Behar, M.: Maternal Nutrition and fetal growth in developing countries. Am. J. Dis. Chil. 1975, 129:5:553. 28 - LIoyd-Stil, J. D., Hurwitz I., Wolf, P. H., Schwachman, H.: Intellectual development after severe malnutrition in Infancy. Pediatr. 1974 54(3) :306. 29 - Mönckeberg, B. F.: Mental retardation from malnutrition, J. Amer. Med. Assoc. 1968:206;31. 30 - Mylien, N., Meyer, K. K. and Winick, M. : Early MaInutrition and «late» adoption: A study of their effects on the development or Korean orphans adopted into American families. Am. J. Clin. Nutr. 300:,1734, 1977. 31 - Naeye, R L., Diener, M., DoIlinger, W. S.: Urban Poveıty; Effeets of pronatal nutrition, Science, 166:10026, 1969. 32 -Naeye, R. L., Diener, M., Dollinger, W. S.: Relation of poverty and race to birth weight and organ and cell structure in the newborn. Pediatr. Res. 55:1222, 1971. 33 - Oski, A. F. and Honig, A. S. : The effects of therapy on the development scores of iron-deficient infants. J. Pediatr. 1978:92:1:21-25. 34 - Parekh, U. C., Pherwani, A., Udani, P. M., Mukherjo, S.: Brain weight and head circumference in Fetus, infant and children different Nutritional and Socioeconomic Groups. Ind. Pediatr. 1970:7:347. 35 - Pediatric Clinics of North America. February, 1977, Nutrition in Pediatrics. 36 - Pollith, E. and Leibel, R. L.: Iron deficiency and behavior. J. Pediatr., 1976: 88:3-72. 37 - Rose, A.: The amino acid requirements of man: The role of valine and metionine. J. Biulo. Chem. 1950: 182:541. 38 - Rosso, P., Hormosobal, J., Winick, M. Changes in brain weight cholasterol, phospholipid and DNA content in marasmic children. Amer. J. Clin. Nutr. 1970, 23:1275. 39 - Rosovski, J., Novoa, S., Abarsua, J. F. and Mönckeberg, B. F.: Cranial transillumination in early and severe malnutrition. Brit. J. Nutr. 1971:25:107. 40 - Smith, C. A.: Effects of maternal undernutrition upon newbom infant in Holland. J. Pediatr. 1947:30:229. 41 - Steawarth, R. J. C.: Maternal diet and perinatal Death. Proc. Roy. Soc. Med. 1968:61 :32. 42 - Stoch, M. B., Smythe, M. D.: The effect of undernutrition during infancy on subsequent Brain growth and intellectual development. South. Afr. Med. J. 1967:41:1027. 43 - Venkatachalam, P. S.: Maternal nulritional status and its effects on the newbom.: Bull. Org. Mond. Sante: 1962, 26:193. 44 - Webb, T. E., Oski, A. F.: Iron deficiency anemia and scholastic achievement in yound adolescents. J. Pediatr. 1973:82:827. 45 - Winick, M.: The effect of severe early malnutrition on cellular growth of human brain. J. Pediatr. 74:667, 1969. 46 - Yaktin, U. S. and McLaren, D. S.: The behavioral Development of children Recoverinğ from severe malnutrition. J. Mental Def. Res. 1970:14. 47 - Akar, N., Kaynak, S.: Sağlık-Beslenme-Eğitim, Töb-Der yayını, 1978. 48 - Althusser, L.: Ideoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları, Birikim Yayınları, 1978. 49 - Aytulun, C. A.: Türkiye Ekonomisinin 50 Yıllık Gelişimi. ODTÜ-İFOD yayını, No: 4, 1977, Ankara. 50 - Family Formation, patterns and Health, WHO, 1977. 51 - Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Toplum Hekimliği Bölümü, Etimesgut Sağlık Bölgesinin 1973-1975 yılları çalışma raporu, 1977. 52 - Principles of Internal Medicine, McGraw Hill Com., 1975. E: Harrison. 53 - Keleş, R.: Türkiye’de Şehirleşme, Konut ve Gecekondu. Gerçek Yayınevi, No: 30, 1972. 54 - Kongar, E.: Türkiye’nin Toplumsal Yapıısı, Cem Yayınevi, 1978. 55 - Kaynak, S.: Gecekondular ve Kolera Sanayileşme ile Alay mı Ediyorlar? ATOB. Eylül-Ekim, Sayı: 24-25, 1977. 56 - Akar, N. Kaynak, S.: Sağlık-Beslenme ve Eğitim, Toplum ve Hekim, Sayı: 10, 26-40, 1978. 57 - Merdol, T.: Beslenme ve Mental Gelişim. Toplum ve Hekim, 1978, sayı: 7. 58 - Özgür, Ö.: Türkiye’de Kapitalizmin Gelişmesi. Gerçek Yayınevi, 1975. 59 -Scrimshaw, N. S.: Malnutrition, Learning and Behavior. Am. J. Clin. Nutr.1967:20/5,493. 60 - Medhin-Gebre, M., Sterky, G., Taube, A. : Observations on Inrtrauterine growth in Urban Ethiopia. Acta Pediatr. Scand. 1978, 67:781-789. 61 - Boratav, K.: Gelir Dağılımı, Gerçek Yayınevi, 3. Baskı, 1963. 62 - Nikitin: Ekonomi Politik, Sol Yayınları, 1976.