Yazar
Erdal ATABEK
Dr.

Metin / Text
  • 17 eylül 1979 pazartesi sabahı, birçok kentimizin hastanelerinde, hekimler, üzgün, ama kararlı bir tavırla toplanıyorlardı. Üzgündüler. Eli silahlı saldırganlar, insana hizmet etmekten başka amacı olmayan meslekdaşlarını öldürüyorlardı. Adana'da Prof. Dr. Fikret Ünsal, evinden çıkıp kliniğe gitmek için bindiği arabasında kurşunlanarak öldürülmüştü. Bir süredir, silahlı saldırılarda ön plana geçen Adana, ülkede döndürülmek istenen oyunların merkezi durumuna getirilmişti. Fikret Hocanın öldürülmesi Adana'yı yeniden yasa boğdu. Tıp Fakültesi çalışmalarını durdurdu. Can güvensizliği, herkesi sarsmıştı. Hekimler üzgündüler. Ama, bu olaylar hekimlerde kararlılık yarattı. Hekimler kararlıydı. Bu olayların neleri amaçladığını anlıyorlardı. Amaçlanan, korkuydu, yılgınlıktı, sindirilmekti. Meslekleri gereği, hekimler, bunu iyi anlar. Hekimler kararlıydı. Korkuya karşı, yılgınlığa karşı, sindirilmeye karşı çıkıyorlardı. İşte, yüzlerce Fikret Ünsal, binlerce Fikret Ünsal ayağa kalkıyordu. 17 eylül pazartesi sabahı, hekimler ayağa kalktılar. Fikret Ünsal Hocanın kişiliğinde öldürülen tüm meslektaşları için SAYGI DURUŞU'nda bulundular. Ne yaptıklarını bilerek, neden yaptıklarını bilerek, ne yapacaklarını bildirerek. Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi, yurt çapında SAYGI DURUŞU kararını 12 eylül çarşamba gecesi toplantısında almıştı. Bu kararı, uygulamak değil, duyurmak için bile sadece iki gün vardı. Bu iki günde, Merkez Konseyi kararı sadece duyurabildi. Kararlılık, her türlü engeli yıkar. Tabip Odalarımız tüm güçlerini harekete geçirdiler. Sağlık kuruluşları -bir iki yerdeki yönetici çekingenliği dışında- hekimlerin, içlerinden gelerek, kararla yaptıkları toplantıyla yeni bir anlam kazandı. Hastanelerimiz, çalıştığımız yerler, emeğimizle oluşan hizmetin verildiği yerler, bizimdi, biz hekimlerindi. Toplandığımız zaman, gücümüzü ortaya koyduğumuz zaman, herkes, o hizmeti bizim verdiğimizi anlıyordu. Örgüt kararlılığı içinde yapılan bu başarılı hareket, örgütlenmenin gücünü bir kez daha ortaya koyuyordu. İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa ve Adana'nın büyük sağlık kuruluşlarında, 17 eylül sabahı anlamlı dakikalar yaşandı. Diyarbakır'da Numuna Hastanesi'nde, Ordu ve Giresun'un tüm hastanelerinde SAYGl DURUŞU toplantılarının yapıldığı da, Odalarımızdan alınan bilgilerden öğrenildi. Üniversitede olsun, Sağlık Bakanlığı'nda çalışsın, ya da Sosyal Sigortalar Kurumu'nda görev yapsın, tüm hekimler CAN GÜVENLİĞİ'nin böylesine insanlık dışı, böylesine vahşice ortadan kaldırılışını protesto ettiler. Bu protesto, öldürülen tüm hekimlerimiz için yapıldı. Siyasal görüşüne göre ayrım yapılmaksızın, öldürülen meslekdaşımızın hangi taraftan olduğuna bakılmaksızın, tüm öldürülen meslekdaşlarımız için yapıldı, SAYGI DURUŞU'muz. Aslında, solda olsun, sağda olsun, ya da bir tarafta yer almasın, öldürülen meslekdaşlarımız aynı insanlık dışı davranıştan kaynaklanan saldırılar sonucunda öldürüldüler. Türkiye'de, silahlı terörü besleyen, destekleyen çevreler, ülkemize faşizmin yerleşmesini, faşizmin siyasal iktidar olmasını isteyenlerdir, ya da bilmeden bu amaca hizmet edenlerdir. Silahlı terörü destekleyen çevreler, halkın demokrasiden umut kesmesini, özgürlüklerin çok da önemli olmadığını düşünmesini isteyenlerdir. Kitleleri korkutarak, yılgınlığa düşürerek, «Aman, bunlar olmasın da nasıl idare edilirsek edilelim, kim hükümet olursa olsun» dedirtmek isteyenlerdir. Bunlar, yüzyıllar boyunca fakirliği bir yazgı gibi gösterenler, biraz daha rahat yaşamak isteklerini «zararlı cereyanlar» olarak kınayanlar, geniş halk kitlelerini sömürenlerdir. Bunlar, artık sonu görünmeye başlayan sömürülerini sürdürmek için halkı korkutmak, ürkütmek, sindirmek yolunu seçmişlerdir. Çünkü, halk artık uyanmakta, haklarını aramakta, yavaş yavaş da olsa nasıl alabileceğini öğrenmektedir. Sömürü düzeni sarsılmakta, yavaş yavaş işlerin tadı kaçmaktadır. Bir toplumun böyle gelişmesinde sömürü çevrelerini ürküten çok şey vardır. Demokrasi ve özgürlükler, sürekli olarak, doğruyu söyleyenIere yardımcı olur. Demokrasi ve özgürlükler ortamında, doğruyu söyleyenlere katılanların sayısı artar. Artık, solu suçlamakla, solculuğu kötülemekle halkı uyutmak olanağı azalmıştır. Bu durumda, dış ve iç sömürü çevrelerinin kullandığı bir yöntem vardır: Kitlede terör yaratmak. Gazete okuyanı dövmek, kitap okuyanı tedirgin etmek, giderek kendileri gibi düşünmeyenleri tehditle başlayıp, dövmek, öldürmek buralardan kaynaklanmaktadır. Bizde de böyle başladı. Aslında, Anayasa'nın açık hükmüne karşın, düşünce özgürlüğüne sınırlar konmuştur ülkemizde. Aslında, özgürlüklerimiz sınırlıdır. Türk Ceza Yasası'nın bu sınırları koyan 141 ve 142. maddeleri kalkmamıştır. Bu yasaklar sol için konmuştur. Sağ düşünce için hiçbir yasak yoktur. Ama, sol için akla gelebilecek her yasak konabilir, konmaktadır da. Bu durum bile, sömürü çevreleri için yeterli değildir. O zaman, yasaların güvencesi altında olması gereken gazeteler okutulmaz, kitaplar okutulmaz, bunlar sattırılmaz. Yayıncılar tehdit edilir, dağıtıcılar tehdit edilir, dövülür, kurşunlanır, kitapevleri yakılır. Bunların hepsi yapıldı ülkemizde. Yıllarca sürdürüldü. Belirli çevreler, bunlara hep «sol-sağ» çatışması dediler. Yani, «Sizinle ilgisi yok, halkla ilgisi yok, kitleyle ilgisi yok» demek istedlier. «Siz bunlarla ilgilenmeyin, bunlar, ideolojik grupların kendi aralarındaki çatışmalardır» dediler. Ve sömürü sürdürüldü. Ama görüldü ki, bunlarla da olmuyor. Artık, Türkiye'de bu sınırlı özgürlükler bile sömürüyü sürdürmeye yetmiyor. O zaman, sistemli cinayetler başladı. Bir, iki, üç, onlarca, yüzlerce kişi, izlenerek, seçilerek öldürüldü, öldürülüyor da. Burada, solda olmak, sağda olmak, ya da bir tarafta olmamak önemli değildi. Önemli olan, toplumda yılgınlık yaratmaktı, toplumda korkuyu yaygınlaştırmaktı. Prof. Dr. Fikret Ünsal, tanıyanların söylediği gibi, çağdaş, uygar, düşündüğünü korkmadan söyleyen bir insandı. Fikret Hoca'dan sonra Gaziantep'te öldürülen Dr. Bercis, belki sağda görünüyordu. 17 eylül günü, öğleden sonra gene Gaziantep'te öldürülen Büyük Kongre delegemiz Dr. Rauf, Cumhuriyet Halk Partili'ydi. Siyasal düşüncelerin bu öldürülmelerde önemi büyük değil. Daha önce öldürülen meslekdaşlarımız, öldürülen eczacı meslekdaşIarımız gibi, bu arkadaşlarımız da, faşizmin kurbanıdırIar. Hepsini de faşist terör öldürmüştür. Hepsini de, ülkemizde sömürüyü sürdürmek için, artık siyasal iktidar olmaya tırmanan dış ve iç sömürü çevreleri öldürmüştür. Bu sömürü çevrelerinin, faşist silahlı katilleri öldürmüştür. Silahı kullanan ellerin de çok önemi yok. Önemli olan, bu ölümlerden nelerin amaçlandığıdır. Açık, seçik görmemiz gereken bu. Onun için, 17 eylül 1979 sabahında öldürülen tüm meslekdaşlarımız içın SAYGI DURUŞU'nda bulunduk .. Öldürülen tüm yurttaşlarımız için saygımızı gösterdik. Görevimiz, SAYGI DURUŞU'yla bitmedi. Görevimiz, bundan çok daha süreklidir. Görevimiz, korkmadan, yılmadan, demokrasiyi korumak, özgürlükleri korumak, genişletmek, herkesin can güvenliği için savaşım vermektir. Görevimiz, sömürüye karşı savaşım vermektir. Görevimiz, sömürüyü sürdürmak isteyen çevrelerin en gerici, en kanlı biçimi olan faşizme karşı savaşım vermektir. Çünkü, biliyoruz ki, faşizmi, ancak, örgütlü kitle gücü yenebilir. Bunu biliyoruz. Kararlıyız. Görevimizi sürdürüyoruz. Sonuna kadar da sürdüreceğiz. PROF. DR. FİKRET ÜNSAL'IN ÖLÜMÜ VE DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ 11 Eylül 1979 günü, üyemiz, değerli bilim adamı, demokrat ve aydın insan Prof. Dr. Fikret Ünsal alçakça katledildi. Bu olayda katledilen sadece Prof. Dr. Fikret Ünsal değil, bilimdir, aydınlıktır, demokrasidir. Demokrasinin düşmanları neden Prof. Dr. Fikret Ünsal'ı seçmişlerdir? Çünkü; Fikret Ünsal, demokrasi tutkunuydu, çalıştığı her yerde, demokrasiyi kurumlaştırma ve kitlelere maletme savaşımının gösterişsiz bir eriydi. Her koşulda, Anayasal hak ve özgürlüklerden ödün vermemişti. Çalışanların yönetime katılması, demokratik ve özerk üniversite için olanca gücüyle uğraşmış ve en bilimsel önerileri getirmişti. Çünkü; Fikret Ünsal, bilim adamlığının omuzlarına yüklediği sorumluluğun bilincindeydi. Bilimi halkı için kullanmanın her zaman demokratik bir yöntemini bulur ve bizlere gösterirdi. Çünkü; Fikret Ünsal, doğruluğun, iyiliğin, güzelliğin simgesiydi. O, tüm üniversite çalışanlarının umut kapısıydı. İşte, Prof. Dr. Fikret Ünsal'ın demokrasi düşmanı, faşist katillerce seçilmesinin nedeni buradadır. Daha önce öldürülen bilim adamları, Orhan Yavuz'lar, Bedri Karafakioğulları ve Bedrettin Cömert'ler de aynı bilim, demokrasi ve aydınlık düşmanı faşist çeteleri ve arkalarındaki güçler tarafından bunun için seçilmişlerdi. Görülüyor ki, cinayetler, planlanmıştır, kurbanlar da yukarıdaki özelliklerine göre seçilmektedir. Her zaman demokrat olmak, insanları sevmek, insanca ve sömürüsüz bir toplum düzeni istemek, faşizmin eli silahlı katilleri tarafından boy hedefi alınma nedenidir. Kendileri gibi düşünmeyeni yıldırmak ve susturmak, hatta kendilerine kalem uşaklığı yaptırmak için tek çıkar yol öldürmektir bu katil çetelerce. Bütün bu saldırı ve cinayetlerin arkasında yatan ana neden; toplumun demokratlaşmasını, aydınların, emekçilerin ve işçi sınıfının daha ileri ekonomik ve demokratik haklar sağlamasını istemeyen ve bu uğurda verilen savaşımı zorbalıkla, zulümle bastırmaya çalışan faşist çeteleri sokaklara salan sermaye çevrelerinin çıkmazlarıdır, bunalımlarıdır. Bu gerici ve faşist çevreler, yalnız emekçilerin haklarını gaspetmekle, onları sömürmekle kalmazlar. Demokrat, aydın, emekçiden yana düşünen her beyni yok etmek isterler. Onlar, kendileri gibi düşünmeyene, iyiye, yeniye, güzele, özgürlüğe ve demokrasiye, insanlığa düşmandırlar. Bu insanlık düşmanı yaratıklar, kanlı emellerine ulaşabilmek için her yolu denemişlerdir ve fırsat buldukça da denemeye devam edeceklerdir. Tarihte bunların örneği çoktur: Nazi Almanya'sında binlerce suçsuz insanı, Reistang'ı (Meclisi) yakıp, bunu da ilerici yurtseverlerin üzerine atmışlardır. Bunlar milyonlarca kitabı, kendi istediklerini yazmıyor diye sokak ortasında yakmışlardır, binlerce aydın onların kurşunlarıyla can vermiştir. Bugün ülkemizde de amaçlanan hedef aynıdır. Amaçlanan sermayenin diktasıdır. Prof. Dr. Fikret Ünsal, amaçları için bir yöntem olan, toplumda korku ve yılgınlık yaratmak, geniş halk kitleleri üzerinde baskı kurmak, otorite özlemini uyandırmak planının bir parçası için katledilmiştir. Egemen güçler, gelişen demokrasi mücadelesini boğmak istemektedirler. Bunun için de maşaları gerici faşist parti ve örgütleri beslemektedirler. Ekonomik bunalımın zirveye çıktığı her dönemde, sermaye çözümü faşizmde aramıştır. MC dönemlerinden süregelen gizli kapaklı faşizmi açıkça uygulamaya koymanın yolu olarak terör seçilmiştir. Gerek Prof. Dr. Fikret Ünsal'ın, gerekse hemen arkasından Adana Emniyet Müdürü Cevat Yurdakul'un öldürülmesinde amaç aynıdır: «Gericiliğe ve faşizme ödün vermeyenleri susturmak ve halkın uyanışını engellemek.» Tüm devrimciler, ilericiler oyunun bilincindedirler ve bu oyunu bozabilecek güçtedirler, yeter ki tüm demokrasi güçleri anti-faşist güç ve eylem birliğini oluşturabilsinler. Gerici ve faşist cinayet şebekelerinin maskelerini düşürmek, onların insanlık düşmanı, kan emici yüzlerini açığa çıkarmak, demokrasi yandaşlarının başlıca görevidir. Saldırı ve cinayetlerden asla yılgınlığa düşmeyeceğiz, insan olmanın, onurlu yaşamanın gerektirdiği şekilde hareket edip, karanlığa, faşizme ve zulme karşı mücadele saflarında yerimizi alacağız. Faşizm özlemcileri, döktükleri kanda boğulacak ve insanın insanı sömürmediği toplum düzeni mutlaka kurulacaktır. Faşizm, hiçbir zaman demokrasi güçlerini yok edememiştir, her zaman kanlı olmuştur ve her zaman döktüğü kanda boğulmuştur. Demokrasi güçleri faşizme geçit vermeyecektir. Bu, böyle biline. ADANA TABİP ODASI