Yazar
Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi Demokratik Haklar ve Özgürlükler Komisyonu


Metin / Text
  • GİRİŞ Toplumların doğa üzerindeki egemenlik düzeyini belirleyen, bilimsel ve teknik ilerlemelerin, ekonomik ve toplumsal, gelişmenin başIıca itici gücü, yürütücüsü ve yönlendiricisi, insandır. İnsan, aynı zamanda bütün bu çabaların ortak amacını da oluşturmaktadır. Bu nedenledir ki bilimselliği ilke edinmiş hekimler topluIuğunu aynı zamanda demokratik, ilerici ve bağımsızlıkçı geleneklerini temsilcisi ve kalıcı mirascısı olan T.T.B. toplumumuzun ertelenemez, devredilemez ve vazgeçilemez nitelikler taşıyan sağlıklı yaşama hakıkının somut olarak korunmasını ve güvence altına alınmasının savaşımını veriyor. Yine bu nedenle T.T.B. Merkez Konseyi ve bağlı örgütleri kendilerini yalnızca örgüt üyelerinin özlük, ekonomik ve demokratik hak taleplerini savunmak ve olabildiği ölçüde yaşama geçirmekle sınırlamıyorlar. Yıllardan beri sürdüregeldikleri gibi, bu taleplerini, kendilerinide içinde yer aldıkları emekçi sınıfların kalıcı çıkarları ve toplumsal kurtuluşları doğrultusunda geliştiriyorlar. T.T.B. Merkez Konseyi bu çalışmayla, Türkiye'de birey ve toplum sağlığına ilişkin temel ilkelere, örgütlenme sorununu her zaman olduğundan daha olarak zorunlu ve ivedi kılan sosyal gelişmelere, bilimsel sorumluluğun Türkiye hekimlerine dayattığı güncel görevIere çağdaş bir yorumla yaklaşmakta ve görüşlerini değerli üyelerine sunmaktadır. Bu niteliğiyle bu çaIışma T.T.B.'nin tüm kitle tabanıyla birlikte içinde bulunduğu demokratik gelişme ve yenileşme sürecinin bir yansımasıdır. Biliyoruz ki, yeni, düşünceler, yeni davranışlıar ve her türlü yeniIeşme karşısında güvensizlik, köklü değişmelere karşı korku, insan doğasının bileşiminde vardır. Ancak yine de insanlıık bilinci, belirli tarihsel dönemlerde toplumun büyük bir bölümünün kabullendiği alışılmış ve kökleşmiş gibi görünen ama köhnelenmiş kurumları, değerleri ve değer yargılarını parçalamak, ileriye doğru cesur bir adlım atmak ıisteyen öncülerine hayranlıkla karışık bir saygı göstermiştir. Bu çalışmanın verdiği olanaktan yararlanarak, halkımızın fizik ve moral açısından sağlıklı bir toplum olmasını hedefleyen öncü hekimleri, tıbbi, sosyal araştırmalara ve bilimsel gelişmelere, toplumsal bilinçlenmeye katıkısı bulunmuş, biyolojik ve ruhsal sağlığı yanında kendisini toplumun özgürleşmesine, demokratikleşmesine ve bağımsızlığına adamış bilim emekçisi ohcalarımızı, ustalarımızı saygıyla anıyoruz. DOKTORUN GÖREVİ NEDİR? Çek biyologu, hümanist doktor Jan Purkinye 18. asırda şöyle yazmış: «Doktorun en önemli görevi, yalnızca, biraz önce tehlikeye düşmüş bulunan insan yaşamını bir kez daha eski durumuna döndürmeğe gayret etmek ya da onu bir süre daha yaşatmaya uğraşmak değildir. Bunlarla birlikte, bireyi, sağlığını bozan dış etkenlerden korumak, onu olgunluğun ve güzelliğn hayranlık uyandıran bir aşamasına ulaştırmaktır.» Doktorun görevinin kapsamını genişleten ve onu dış etkenlerle savaşmakla yükümlü kılan bu görüşler, çağımızda alabildiğine zenginleşmiş, kamuoyunda etkin yandaşlar ve derin bir sosyal içerik kazanmıştır. Ne var ki yine de, sağlık bilimlerini ve uygulamalarını kendi dar sınırları içinde kapsetmek isteyen görüşler günümüzde de varlığını sürdürmektedir. Sağlık alanına yüzeysel bir bakışla yaklaşan bu tür görüşlerin sahipleri, sağlık sorunlarını hastalık etkenleri, hastalar, doktorlar ve sağlık emekçileriyle sağlık kurumları arasında sınırlamak ve orada çözmek eğilimindedirler. Bütün bu sayılanların, hep birlikte, bir bütün olarak içinde yer aldıkları doğal, biyolojik, toplumsal ve iktisadi koşulların ürünü olduğunu gözardı etmektedirler. Bunun sonucu olarak hastalıkların engellenmesinde ve iyileştirilmesinde, onları oluşturan temel nedenlerden yalnızca bir-ikisiyle savaşmak yoluna gidilmekte, bununla yetinilmektedir. Bu yüzden biyolojiık ve doğal çevreyi bozan, iktisadi ve toplumsal yaşamın niteliğini kötüleştirerek hastalıkların oluşma zeminlerini yaratan koşullara ve bu koşulların değiştirilmesine yeterince ağırlık verilmemektediır. Hastalıkları ve hastaları kendilerini oluşturan nesnel koşulardan soyutlayarak ve yalnızca görülen etkenleriyle savaşarak sağlık sorununa kendi dar çerçevesi içinde bir çözüm sağlamak mümkün müdür? Varsayalım ki doktor ve hasta, bir süre için bütün bir sosyal ilişkiler ağı içinden, kendi dışlarında varolan fizik çevreden ve sürüp giden yaşamdan soyutlanabilseydiler ne olurdu? Bu varsayım uyarınca hastanın iyileşmesi, sağlık bilimlerinin gelişkinlik düzeyine, doktorun kavrayışına ve pratik yeteneğine, bir de teknik araçların ve sağlık kurumlarının iyi işlemesine bağlı kalacaktı. Kolaylıkla anlaşılabileceği gibi burada sözü geçen az sayıdaki önkoşul sürekli bir biçimde iyileştirilebilir ve geliştirilebir nitelikte olduğundan sonuç olarak toplum daha az hastalanacak, hastalar daha çabuk iyileşebilecekti. Bu varsayımın mantıki bir temele dayandırılması da gerekiyor: Doktorun kendi uğraş alanı dışında kalan ama hastaların ve hastalıkların sürekli olarak önüne getirdiği dış dünyayı ve yaşamı derinlemesine izlemesine, bu yaşamın toplum ve birey önüne çıkardığı sorunlar üzerinde kafa yorup, bunların çözümü için çaba göstermesine -Mesleki işbölümünün bunu içermesi nedeniyle- gerek yoktur. Hekimin başlıca ve biricik uğraş alanı, hangi biolojik, doğal ve sosyal çevrenin ayrı ayrı ya da ortak ürünü olursa olsun «hastalık olgusu ve hasta birey» olarak kalmalıdır. Doktor, araştırılması, tanısı ve iyileştirilmesi zaten bir yığın emeği, sistemli bir çalışmayı gerektiren hastalıkların görünür etkenleriyle savaşmalı, bunları üreten, barındıran ve bir emekçi olarak kendisinin de içind eyer aldığı ekonomik-toplumsal çeveye edilgen bir biçimde bakmalı, dışında kalmalıdır. Öyle ki, mesleki yaşamı esnasında dil, din, mezhep, cinsiyet, deri rengi soy ve sosyal sınıf ayrımı yapmayan hümanist doktor, bu tutumunu sosyal yaşamında da sürdürmeli, bir emekçi olduğu halde sınıflar üstü ve siyaset dışı kalmalıdır. Elbetteki bu varsayım yalnız doktorun toplumdan soyutlanmasıyla kalmamakta benzer gerekçelerle diğer meslekler içinde benzer taIepler içermektedir. Böylece doktor, veya başka bir emekçi toplumun dışına itilmiş toplumsal mücadelelerde edilgenleştirilmiş, tarafsızlaştırılmış, bilimsel ve pratik işlevi olan basit bir makina düzeyine indirgenmiş olmaktadır. Oysaki aydın bir emekçi olarak doktorun görevi böylesine sığ ve yüzeysel bir işlevin sınırlarını çoktan aşmıştır. 0, bir yandan bilimsel araştırmalarla, pratik çalışmalarla uğraşırken, bir yandan da bununla eş zamanlı olarak iyileştirmeğe uğraştığı bireyin fizik ve moral özelliklerini üreten sosyal çevresini, ekonomik yaşamını, bunlar arasında yer alan hastalık nedenlerini derinlemesine kavramaya çalışcaktır. Doktor, o zaman, mesleki işlevinin sağladığı nesnel verilerle, bireyin fizik ve moral konumuyla sınıflı toplumun haksızlıkları arasındaki neden-sonuç ilişkisini kavrayabilecektir. Doktorun görevi, koşuların her ikisi de bir araya geldiği takdirde somut ve bütünselliği olan bir içerik kazanacaktır. Böylece mesleki işlevinin zorunlu kıldığı tüm görevleri yerine getirmenin yanısıra, hastalıkları üreten ekonomik ve sosyal yapının değiştirilmesine ve düzeltilmesine bilimselliği rehber edinerek katkıda bulunmak da doktorun görevidir. Türkiye hekimleri olarak topluma karşı ilk ve başlıca yükümlülüğümüzü açıklıkla belirleyen hümanist ilkeleri bir kez daha yineliyoruz. «Doktorun ve diş hekiminin başta gelen görevi insan sağlığına, yaşamına ve kişiliğine özel ve saygı göstermektir.» (*). SAĞLlK ALANINDA DEVLETİN GÖREVİ NEDİR? Soyut bir anlatımla yurttaş sağlığının korunması devletin en önemli görevlerinden biri olmalı, devlet başlıca işlevlerini toplumun sağlıklı ve mutlu olmasını sağlıyacak biçimde düzenlemelidir. Tüm sağlık hizmetleri ve bakımı bütün yurttaştarı eşitlik içinde, hızlı, en yüksek bilimsel uygulamalarıyla ulaştırılmalı ve tümüyle ücretsz olmalıdır. Devlet aynı zamanda hekimlik hizmetlerinin ve tıbbi araştırmaların gelişmesine katkıda bulunmakla, ter türden uzmanların ve sağlık kadrolarının eğitilmesiyle ve yetiştirıilmesiyle yükümlüdür. Her türden sağlık kuruluşları ağının ülkenin dört bir yanına ivedilikle ve yeterli hizmet götürecek biçimde hazır bulundurulması devletin görevidir. Devlet toplum sağlığının gelişmesine düzenli bir biçimde yardım etmeli toplumsal bir siyasetin gereği saymalı, bilimsel bir planla ve ona bağlı yıllık planlarla bu işlevini yerine getirmelidir. Bu işlevin yerine getirilmesinden yalnızca sağlık ve sosyal güvenlik görevlisi uzmanlar değil, bir bütün olarak kamu yönetimi ortaklaşa sorumlu olmalıdır. TÜRKİYE'DE DURUM Bu iIkelerin ışığında ülkemize baktığımızda neler görüyoruz? İmparatorluğun çöküşünü izleyen 55 yıllık Cumhuriyet döneminde yukarıda anılan hedeflerden hangisine ulaşabilmiş durumdayız? Ne 1961'den sonra hazırlanan 3 adet 5 yıllık plan ne de şu son günlerde mecliste kabul edilen 4. Beş Yıllık Plan Türkiye'nin sağlık sorunlarına doğru bir yaklaşım ve köklü bir çözüm önerisi getirmiyor. 1963'de başlayan ve 15 yılda Türkiye'nin tüm sağlık hizmetlerini toplumsallaştıracak olan ünlü «Sağlık Hizmetlerinin Sosyalizasyonu» yasası bu sürenin son yılında amaçlarının % 25'ine ulaşamamış ve yozlaşmış olarak rafa kaldırılmıştır. 1980'ler Türkiye'sinde sağlık alanı, tüm ekonomik ve sosyal sorunlara ilişkin atamalar gibi kitlelerin kalıcı çıkarları ve buna ters düşen özel çıkarlar arasında yoğun bir mücadeleye tanık oluyor. Bu mücadelede bilimselliği ilke edinerek emekçi kitlelerden yana taraf tutan hekimlerin tek tek ya da grupsal çabalarının ağırlığı giderek artıyor. Ancak bunlar yeterli değildir. Sağlık sorununun bütünsel olarak incelenmesi ve çözüm yollarının dünyada denenmiş ve başarı kazanmış örneklerden esinlenerek bulunması gerekiyor. Sağlık bilimlerindeki gelişmeleri izIemek, ona katkıda bulunmak, sağlık ve koruyucu hekimlik işlevinin bireysel ve toplumsal hedeflerini belirlemek, bunun teknik uygulamalarıyla uğraşmak, öncelikle hekimlerin görevidir. Ancak hekimler topluluğu, toplumsal sağlık sorunlarının tartışılmasına, ilkelerinin saptanmasına, kendi işIevlerinin ve sorumluluk alanlarının belirlenmesine, mesleki ekonomik, sosyal demokratik hakları için mücadeleye büyük çoğunluğuyla henüz yabancısıdırlar. Buna karşılık bazı tabip odalarımız ve emeğiyle hayatını kazanan bir aydın olmanın bilincine ulaşmış hekim arkadaşlarımız tarafından gerçekleştirilen araştırmalar giderek yoğunlaşmakta, daha şmdiden ülkemizin sağlık ve sosyal güvenlik sorunlarının sergilenmesine ve onların çözümüne ışık tutmaktadır. Bu çalışmanın birinci bölümünde, Türkiye'de toplum sağlığının içinde bulunduğu ilkel düzeyi genel hatlarıyla göreceğiz. Burada sergilenecek olan sağlık alanındaki gerilik, gelmiş geçmiş tüm egemen sınıf iktidarlarının ortaklaşa sorumlu oldukları sağlık siyasetlerinin sonucudur. Bu nedenle Türkiye toplumunun sağlık ve sosyal güvenlik sorunlarına ülkemiz hekimlerinin ve tabip odalarımızın ürettikleri ilginç çalışma ve araştırmalardan da yararlanarak, kalıcı çözüm önerileri getirmekle yükümlüyüz. Başarısı dünyada kanıtlanmış uygulamalardan «model»ler üreterek yurdumuzun doğaI, sosyal koşullarına uygun, gerçekçi çözümler önermek görevi öncelikle bilimselliği ilke edinen hekimlerimize ve örgütlerine düşmektedir. Egemen sınıf iktidarlarının sağlık alanında yıllardır sürüp giden ihmalini devam ettirmesi, kapitalist sömürü ve baskının gözle görünür sonuçlarıyla toplumun yaşamını karartması ve toplumun en değerli varlığı olan yaşama hakkını sınırlamasına karşı etkin bir tavır almaık bütün hekimlerin insanlık borcudur. Bunun mantıki sonucu olarak yönetici egemen sınıfların birbirini tutmaz sağlık planları ev uygulamaları karşısında bilimselliği egemen kılmak ve hekimler topluluğunun sömürücü sınıflar yanında değil emekçi sınıflar yanında yer aldığını kanıtlamak için bilimsel bir plan, yeni bir «ulusal sağlık siyaseti» geçiştirmenin zamanı çoktan gelmiştir, geçmektedir. Bu planda elbetteki egemen sınıların sağlık konusunda 55 yıldır süregelen ihmal ve başıboşluğunu sergilemek gerekiyor. Bununla birlikte soruna ilişkin çözüm önerilerini ve çözüm yöntemlerini de içerecek olan böyle bir «karşı plan» kitlemizin bilinç düzeyini ekonomik haklar ve demokratik talepler mücadelesini yükseltmekle kalmayacak, hekimle toplum arasında yüzyıllardır sürüp gelen yabancılaşmayı da bir ölçüde azaltacaktır. Hekimlik bilimlerini ve uygulamalarını tıbbi gereçler üretimini, bütün bilimsel araştırmaları toplum yararına yürütmeyi ilke alacak olan böyle bir modelin, böyle bir «karşı planın» Türkiy'e gibi kapitalist bir toplumda bütünüyle uygulanmasına olanak bulunmadığını biliyoruz. Ancak emekçi kitlelerin kapitalist sömürüden, zulüm ve baskıdan kesin olarak kurtuluşuna kadar sağlık ve sosyal güvenliğe ilişkin fizik moral ve entellektüel yeteneklerinin geliştirilmesi konularındaki taleplerini açığa çıkarmak ve desteklemekle yükümlü olduğumuzu da unutmamak zorundayız. Böylece, hedefleri netleştirilmiş, yöntemleri belirlenmiş ve emekçi sınıflardan yana bilimsel «karşı plan» aracılığıyla, hekimler topluluğunun tüm demokratik özlem ve hak taleplerini emekçi sınıfların kalıcı çıkarlarıyla bağdaştırmak olanağıda ortaya çıkacaktır.

Dipnot / Footnote

  • (*) Tıbbi Deontoloji Tüzüğü (Madde 2)